“O olmaz, bu da olmaz”cılar, her millette ve her din mensupları arasında her devirde olmuştur. Devrimizde de bulunmaktadır. Bunlar genelde hakka karşıdırlar.
Ehli kitap denilen yahudi ve hiristiyan blokunun da genelde İslam sistemine karşı hazımsızlık ve kin marazları onları bu duruma düşürmüştür. Belki bunu “eh olabilir” diyebiliriz. Amma müslümanların “olmazcı” olmaları akıl kârı değildir. Çünkü bu İslam şeriatına uygun değildir. Vahim gelişme olduğunu unutmamalıyız.
Tabii bu kaderdir, elbette kader içre başka bir kader vardır. Bunu da unutmamalıyız. Çünkü kaderin mutlak hükümdarı olan Allah, vaadinden caymaz. “Allah Müminlere zafer ve mutluluk vadetmiştir.” Gelin görün ki, içinden çıkmakta zorlandığımız bu problem bizi ters yöne çekmektedir. Meşum gelişmelere bir bakın!
1932 senesinde Belçıka Spa kentinde Türkiye güzeli! Keriman Halis Kâinat ya da dünya güzeli ilan edildi. Bu hiristiyanlar için önemli idi. Fanatik bir hiristiyan olan jüri başkanı Maurice de Waleffe çok keyifli idi. Haçlı müşrikler, artık kıskanarak çökmesini istedikleri İslam toplumuna ve onun iffet abidesi ailesine zehirli kancalarını atmışlardı. Tabiatiyle cehalet, kopukluk, korku ve tefrika marazlarından dolayı sekerât haline düşmüş müslümanların işini bitirmişlerdi. Önemli ve büyük başarı sağlamışlardı
Artık müslüman kadınını özgürlüğe kavuşturmuşlardı. Onu yuvasından çıkarıp piyasa malı haline getirme projelerini uygulamayı başarmışlardı. İşler tıkırında idi. Toplantıda seksomanyak şehvetperest bönler, bir müslüman kadının mayolu çıplak bedenini heyecan ve şehvetle seyretiyorlardı. İslam şeriatında kadının yüz ve elleri hariç bütün bedeninin teşhiri haramdır. Kadıncağızı bu oyunda çok kötü kullandılar.
Kadıncağızı böyle bir sansasyonel olayla dünya güzeli seçtirdiler. Dikkat ederseniz, bir kadına kanca atmayı bile basit görmediler. Buna rağmen gelişip yayılan tahribata bakınca bir çığır açtılar. Bu yayıldıkça yayıldı. Korkunç bir virüs akışı halinde kirletmediği, tahribat yapmadığı gönül diyârı bırakmadı. Nice müslüman kadınını bile feminizm çukuruna sürükleyerek onu kimliğinden soyutladılar.
Rabbimiz bu vahim olayın manidar mesajını veriyor! Onlar ki, müminler arasında fuhşun yayılmasını severler, onlara hem dünyada ve hem de âhirette sürekli acı çektiren azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Nûr:24/19)
Böylesi bir ayetin karşısında düşünmek gerekmez mi? Atalarımızın yüzlerce yıl adaletle yönettiği Batı hiristiyanları fırsatı yakalayınca neler yapıyorlarmış, görün! Bilgi ve birlik toplumu iken, atalarımız Batıya yön verdi ve asırlarca onları yönetti. Bu yeterliliğini sürdüğü süreçte ve diğer zamanlarda Allah müslümanlara neyi emretti?
Ey iman edenler! Kendinizi ve ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. O ateşin üzerinde öyle melekler vardır ki, onlar amansızdırlar ve çok kuvvetlidirler. Allah kendilerine ne emretti ise, ona isyan etmezler ve emredildiklerini yaparlar. (Tahrim:66/6) Hele bir daha iyi düşünün.
Bu alanda aklını kullanmayı beceremeyen müslümanlar, başta bilgi ve aile olmak üzere her şeylerini kaybettiler. Aileleri bile erozyona maruz kaldı. Ailesini koruma acziyetine yenilen müslümanlar öncelikle anayı çökerttiler ve köleleştirdiler.
Buna rağmen ailenin temeli anadır. Ana Kadındır. Bu kadın İslam toplumunun en verimli ve en önemli kaynağıdır. Tüm toplumun en muhteşem mimarıdır. En büyük görevi de insan yetiştirmektir. Bağdat gibi diyâr, ana gibi yâr, evlat gibi kâr olmaz.
Onun için kadın asli görevi için yuvasına dönmeli yeniden tahtına oturmalıdır.
O zaman “OLMAZCILAR” engeli KALMAZ. Esselamualeykum
İlhan Oral 07.09.2025